Hüseyin Çağlayan kimlik kelimesinin anlamını ve bu kelimenin algı alanıyla oyunlar oynamayı seven bir sanatçı. Kimlik için farklı algılama şekilleri geliştirirken, anlamı içinde bambaşka boyutlar açıyor ve tüm bunları yaparken gecmişten gelen ama geleceğe ve bugüne ait bir platformda yürüyor. Bu şekilde kimlik, geçmiş, gelecek ve şimdi kavramlarını yıkıp tekrar yapılandırıyor. Kimlik kavramını sorgularken Çağlayan aynı zamanda bu sorgulama sürecine göç kavramını da katıyor ve bunun sonucunda şu an Galerist’te sergilenen “Yakınlık Sensörleri” adlı sergisinde olduğu gibi, cok odalı yerleştirmeler, video, ses, heykel ve moda şovu yaratabiliyor.
“Yakınlık Sensörleri” adlı sergisinde, Çağlayan romantik geçmişle, dijital şimdi ve geleceği birbirine bağlıyor. Geleneklere ve kimlik kavramına yaklaşımı, gelenekleri yıkarak, onların üzerinde dijital özellikler kullanan, farklı bir bakış açısı getiriyor ve geçmişi “çağdaş” kavramlara dönüştürüyor. Bu eşkilde Çağlayan’ın yaklaşımı Derrida’nın “yapı bozum” kavramına yakın duruyor. Çağlayan geçmişi farklı bir platforma taşırken onun izini sürüyor. “Geçmişin izlerinin” varolmayan doğası, geleceği yeniden yapılandırıyor ve iki farklı zaman diliminin aynı yerde varolmasını sağlıyor. Böylece, Çağlayan “Yakınlık Sensörleri” adlı sergisinde de klasik ve çağdaşı birbiriyle aynı yerde sergileyebiliyor. Çağlayan yaşadığımız zamanların fiziksel bağlamlarda nasıl değiştiğini gösteriyor ve bunu kültür, kimlik ve göç kavramları üzerinden yapıyor.
Sanatçı geçmişin ruhlarını uyandırırken, eski tarz saç modelleri, makyaj stilleri, eski geleneksel şarkıları ve İstanbul’u hatırlatıyor seyirciye. Ama geçmişi ışığın altına sürmek, video, performans, heykel ve müzik gibi sanatın farklı alanlarını bir araya getirkemkten geçiyor. “Yakınlık Sensörleri” geçmişin kimliliğini yıkmayı ve aynı zamanda geçmişe olan özlemi anlatıyor. Çağlayan gelenekselleşen klasik anlatımlara meydan okuyor ve performans, moda, yerleştirme, teknoloji ve antropoloji gibi öğelerle yenikçi bir yansıma sergiliyor.
Kimlik kavramının Çağlayan tarzı sorgulaması izleyici için sürpriz bir deneyim oluyor, çünkü sanatçı bu sorgulama sırasında eseri “Üzgünüm Leyla” da ironileri ve çelişkileri kullanmayı seçiyor. “Üzgünüm Leyla,” enstalasyon, ses, film, heykel ve müzik notalarının birbiriyle uyumlu bir kombinasyonu. Çağlayan “bedensiz” bir çalışma sergiliyor. “Üzgünüm Leyla” adlı Türk sanat müziği eserini, opera eğitimi almış Sertab Erener seslendiriyor. Erener’e Osmanlı Orkestrası eşlik ediyor. Erener geleneksel ve eski bir Türk müziği şarkısı söylerken, Hüseyin Çağlayan tarafından tasarlanmış elbisesi çağdaş ve dijital unsurlar sunuyor. Elbise, Sertab Erener ve geleneksel şarkı, kısacası tüm öğeler birbiriyle çelişkiler yaratıyor ve geçmişle, şimdiyi birbirine bağlıyor. Galeride bir odada hem ses, hem görüntüyü duyup izlemek mümkün. Diğer odada Erener’in beyaz heykelinin üzerine yansıyan yüz mimikleri ve sadece orkestra izlenebiliyor. Çağlayan burada müzik deneyimini farklı enstrümanlardan çıkan sesleri, İran şiirini ve Rum Ortodoks ilahilerini birleştiren kompozisyonun üzerindeki farklı kültürel etkiler ile katmanlı bir biçimde inceliyor. Üzgünüm Leyla, ilk gösterimini Londra’nın Lisson Sanat Galerisinde gerçekleştirdiğinde bundan daha farklı bir yerleştirme kullanılmıştı. Lisson Galeri’de ki Erener heykeli daha aydınlık biro dada sergilenmişti, Galerist’te ise oda karanlık.
İzleyici galerinin diğer odalarına doğru ilerledikçe, Çağlayan’ın ilk defa Galerist’te sergilenen ve geçmiş yüzyılları konu alan eseri “Değişimin Yakınlığı” adlı eserle karşılaşıyor.
Bu eserinde Çağlayan geçtiğimiz yüzyılın ikonik saç ve makyaj stillerini araştırıyor. Bu araştırmada ona yine video, heykel ve robot teknolojisi eşlik ediyor. Eser, bir zamanlar kadınların uyguladıkları farklı saç ve makyaj stillerini gösteriyor. Enstalasyonun hareket ederek geçirdiği belli belirsiz değişimler, stiller arasında keskin kontrastlar oluşturarak izleyicinin kimlik ve estetiğe dair kendi sonuçlarını çıkarmalarına fırsat veriyor. Bu eserin video çalışmasında Çağlayan’da kendi seçtiği bir perukayla görünüyor. Çağlayan’ın perukası 1970’li yıllardan kalma saçları andırıyor. Elinde tuttuğu uzaktan kumanda yardımıyla Çağlayan, mankenin saçının şekillerini değiştiriyor. Bir kez daha izleyici, geçmiş ve geleceğin birleşimine tanık oluyor.
Sergideki tüm çalışmalar arasında, Çağlayan’ın dünyada ilk defa sergilenen eseri, “Arzunun Yakınlığı,” göç ve kültürler-arası kavramları en belirgin şekilde işleyen eser olarak öne çıkıyor. Eser çok dikkatli incelendiği zaman, gerçek bir geçmiş zaman romantizmi sunuyor.
Çağlayan Istanbul’un kültürel ve tarihsel bağlamdaki yerini inceliyor. Dünyada İstanbul kadar çok yönlü ve tarihin farklı zamanlarında farklı kültürler tarafından bu denli arzulanmış başka bir şehir yoktur. Çağlayan şehrin hem geçmişte, hem de günümüzde, sürekli bir akış halinde olduğuna inanıyor. Binlerce yıl içinde İstanbul’un 150’den fazla ismi olmuştur. Her isim belirli bir kültürün şehirle olan bağını yansıtmaktadır. Birbirine zıt kültürler, birbirinden çok farklı zamanlarda, şehrin kimliğine sahip çıkmış ve şehrin temsil ettiklerine dair kendi iddialarını ortaya atmışlardır.
Eseri romantik ve farklı yapan bir öğe de izleyicinin havaalanında ve tren garlarında bulunan dijital olmayan eski tip bir tabelaya bakarken (bu tabela Istanbul’un 150 eski ismini sürekli döndürerek yazdırıyor) duyduğu sesler. Arka planda duyulan martı sesleri Istanbul’a varışı ya da Istanbul’dan ayrılışı simgeliyor. “Gerlmek” ve “gitmek” kavramları Çağlayan’ın kültürler arası kavramlara yaklaşımını ortaya koyuyor. Aydınlık odada sergilenen bu eser ve galeriden ayrılırken duyulan martı sesleri hoş bir tat ve bunun yansıması olarak da hafif bir gülümseme bırakıyor izleyicinin yüzünde.