SANAT AKIMI
Yeni ve eskinin birleştiği büyüleyici dünya: Manga
Manga sanatı her geçen gün daha da gelişiyor, şekil değiştiriyor, popüler kültürün bir parçası haline gelmekten çok kendi özel kültürünü yaratıyor. Bu büyüleyici ve gerçeküstü sanat, İstanbul’a geliyor ve 5-17 Ekim tarihleri arasında hayranlarıyla İstanbul’da buluşmaya hazırlanıyor.
Canlı, görkemli, parlak ve güçlü saçlar, incecik beller, upuzun bacaklar ve yuvarlak gözler… Hepsinin de mimikleri birbirine benziyor ama aslında onlar sanal dünyanın birbirinden farklı karakterleri.
Günümüz popüler kültürünü etkileyen birçok sanat akımı olsa da aralarında sadece birkaçı, hepsini geride bırakacak kadar derin etki yaratmıştı kitlelerin üzerinde. Bu akımlardan biri olan Manga aslında 19. yüzyıla uzanan derin tarihiyle ilk önce Japon kültürünün öne çıkan ve ayrılmaz parçası oldu ve sonra tüm dünyayı etkisi altına aldı.
Manganın öyküsü Japonya’da siyah beyaz ve çizgi roman olarak ortaya çıktı. Genellikle ilk basımlarında sade özelliklerle piyasaya sürülen bu çizgi romanlar, daha sonraları ne kadar etkileyici olduklarına göre ikinci ve üçüncü basımı hak ediyorlardı.
O zamanlar, herkesin görmeye alıştığı manga animeler televizyonda yoktu. Sonra, popülerleşen bu akımın verdiği ilk eserler çocuklar için çizgi filmlerle başladı. Eğer siyah beyaz çıkan mangalar iyi satış yaparsa ve başarılı olursa çizgi film haline getiriliyordu.
Manga, her ne kadar günümüz kültürünün önemli bir parçası olarak öne çıksa da, bu akımın nereden geldiğini anlamak ve keşfetmek gerçek bir yolculuk.
Manga 19. yüzyılda Japonya’da karikatür ve çizgi film baskılarından ortaya çıkan özel bir çizim tarzı olarak doğdu. Bu çizim tarzı aynı zamanda aşk, savaş, komedi temalı konularla ve öykülerle beslenerek bir çizgi roman formatına dönüştürüldü. Manga akımı Japon sanat tarihinde önemli bir yere sahip olmakla kalmayıp, kendini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha modern şekillerde de gösterdi ve modern kültürün bir parçası haline gelmeyi başardı.
Japonya’da manga birkaç dala ayrılıyordu ve bu dallara göre şekilleniyordu. Örneğin metro istasyonlarında satılan ve çok ucuz olan değersiz (trash) mangalar, gerçek ustaların emek vererek yarattıkları entelektüel mangalar, genç kızlar için yaratılan özel bir akım olan shojo mangalar, pornografik yani “hentai” mangalar ve çocuklar için olmak üzere beşe ayrılıyordu.
Aslında “Manga” kelimesinin Japoncandan Türkçeye birebir çevirisi “eğlenceli resimler”. Manga akımının karakterleri de bu anlamın hakkını veriyordu ve garip davranışları, anlaşılmayan ya da güldüren mimikleri ve tepkileriyle öykünün içine çekiyordu okuru.
Bir Manga dizisinin öyküsü her ne kadar önemli bir olgu olsa da, bu akımın önemini artıran ve etki yaratan asıl öğe görsellerdi.
Eğlenceli karakterlerin, gerçeküstü görüntülerle harmanlanmış öyküleri, her ne kadar tüm dünyayı ayaklandırsa da, Japon kültüründen asla kopmadı. Aslında Manga çizgi roman hayranlığı bir anlamda kültürel dokularla birleşen bir sonuç olarak da algılanabilirdi. Japonya’nın kendi kültürünü satmak için de kullandığı önemli yollardan birisi haline geldi.
Bu akımın bu derece sahne önünde olmasını sağlayan en büyük neden ise, Japonya’da herkesin ve her yaştan insanın Manga okuma merakıydı. Bazıları çizgi roman sever ama bir toplumda “herkes” çizgi roman seviyorsa, bu bir ticari araç haline dönüşebilir. Bu sebeple, Japon yayıncılık tarihinde Manganın yeri hiçbir şeye değişilemez, çünkü bu akımın piyasası sırf 2007 yılında 3,6 milyon dolar gelir getirdi.
Her ne kadar Japonlar, Manga sanatını sonsuza kadar üstlenmeye ant içmişlerse de, bu akım 2000’li yıllarda daha da popülerleşerek günümüz “popüler” kültürünün bir parçası haline geldi. Manga yaratmak sadece eğlenceli bir eylem değil, aynı zamanda çekici ve farklı bir sanat akımı olarak kabul edilmeye başlandı.
Manganın popülerliğini keşfeden Amerika ise, dur durak bilmeyen bir şekilde bu işe girişti ve bu akım ilk başlarda siyah-beyaz baskılardan ibaret olsa da, 2008 yılında Kanada ve Amerika’da, yayıncılarına toplam 175 milyon dolar kazandırdı.
Durum böyleyken, Amerika’nın ele geçirdiği Manga akımı bir çığ gibi büyüdü ve şu anki şeklini aldı: Popüler kültür, güzel çizimlerden ortaya çıkan genç kızlar ve erkekler, ilgi çekici hikayeler…
Fransızların bile ünlü milliyetçiliğini etkileyerek “bande dessinée”’lerini solda sıfır bıraktı ve Fransa’da “la nouvelle manga” adı altında yeni bir akım yaratmayı başardı.
Manga her ne kadar diğer ülkelere yayılsa da Japonya’da klasikleşmiş geleneksel mangalar genellikle Japon kültür ve toplumunun yaşam tarzını konu alıyordu.
Bunlardan birisi olan Doraemon, Fujiko Fuijo’nun yarattığı Doraemon adlı robot kedinin maceralarını ele alıyordu. Japonya’da klasikleşen bu dizi gençlerin, çocukların okuduğu bir manga çizgi dizisi olarak başlayıp çizgi film haline gelmişti. Manga akımının geleneksel örneklerinden biri olan Doraemon geçmiş ve geleceğini birleştiriyordu ve 22. yüzyılda geçiyordu.
Doraemon 1973 yılında Japon Karikatür Birliği tarafından ödüle layık görüldü. En iyi çocuk mangası ödülünü aldı ve Japon kültürüne olan hayranlığı arttırdı.
Geleneksel mangalar arasında öne çıkan Sazae-san, tipik bir Japon ailesinin taşrada geçen yaşamını ele alıyordu. Asai Shinbun tarafından yaratılan bu manga dizisi de birçok benzeri gibi çizgi film oldu ve Japonya’da gösterilen en uzun ve en eski geleneksel manga olmayı başardı.
Geleneksel mangalardan sonra, ortaya çıkan modern mangalarla birlikte akımın öyküsü de gelişti, kendini daha çok gösteren bir sanat haline geldi. İngilizcenin küresel dünyada yarattığı etkiyle birlikte karakterler hapsoldukları geleneksel öykülerden çıktı ve kendi başlarına birer birey haline geldi. Artık Manga sanatçıları, hikâyelerin içinde geliştirdikleri manga karakterler yerine “birey” manga karakterleri geliştirmeye başlamışlardı. Manga akımı için her şey yeni başlıyordu. Çağdaş manga sanatçısı, Miyazaki Hayao, ardından gelen, Masashi Kishimoto, Takehsi Obata, Tite Kubo gibi manga sanatçılarının yarattığı karakterler artık müzikaller ve romanlarda da hayranlarının karşısına çıkıyordu.
İlk önce sadece çocuklar için karakterler üreten ama sonra sadece çocukların değil birçok yetişkinin de hayatında etki yaratan Japon Manga ustası Miyazaki Hayao, Heidi, Totoro, Gökyüzündeki Şato, Küçük Prenses gibi hikayeleriyle Manga akımında bir çığır açtı.
Miyazaki’nin çizgi filmlerinde yarattığı görsellik seçtiği konuların sadeliğiyle de çarpıcı bir hale geldi. Sonraları Miyazaki daha farklı ve karışık uzun metrajlı çizgi filmler yaratmaya başladı. Prenses Mononoke bunlardan biriydi ve 1997 yılında bu çizgi film, manga ustası Miyazaki’ye büyük başarı kazandırdı. Hatta film En İyi Yabancı Film dalında Japonya’yı Oscar adaylığına taşıdı.
Miyazaki’nin en önemli eseri Spirited Away (Ruhlardan Kaçış) adlı başyapıtıydı. 2001 yılında Berlin Film Festivali’nde büyük ödülü kazanan Spirited Away, ilk defa böyle bir ödül kazanan animasyon filmi olarak büyük bir sansasyon yarattı. Bunun hemen ardından sonra Oscar’larda En İyi Animasyon ödülünü kazandı.
Miyazaki’nin manga serileri ve filmleri başta Japonya olmak üzere tüm dünyayı bir anda sararak büyük bir başarıya imza attı. Bu başarının sebebi sadece karakterlerin farklılığı ya da hikayenin anlatımında kullanılan görsellik değildi. Bu mangalara konu olan öyküler, insanı alıp başka yerlere götürebilecek, hayal gücünü zorlayacak kadar güçlü, derin ve farklıydı. Örneğin, başkarakter 10 yaşında şımarık küçük bir kız çocukken yaşlı bir kadına dönüşüyor ya da ailesini kurtarması gereken çok riskli bir görevle karşılaşıyor ve yaşamın içindeki var oluşunu değiştirebilecek tarzda tecrübeler yaşıyordu. Bu arada karakterler de eğitimsel bir romandaki gibi yaşamın onlara verdiği derslerle karşılaşıyor ve öğrenimlerini bu derslerle tamamlıyorlardı. Miyazaki’nin manga dizileri ve çizimleri entelektüel manga serilerini en iyi temsil eden çizimler olarak kabul edildi.
Daha modern ve çağdaş manga karakterleri ise hala günümüzde popülerliğini korumakta olanlar. Bunlardan bazısı uzun bölümler şeklinde hala gösterimi devam eden ve kırtasiye gereçlerinden, video oyunlarına, hatta kıyafetlere kadar bireylerin tüketim alışkanlıklarını bile etkileyebilen çizgi diziler.
Miyazaki dahiliği sayesinde güncelliğini korusa da, onun ardından gelen Death Note, Bleach, One Piece gibi çağdaş mangalar, manga dünyasını etkileyeme devam etti.
Diğer yandan, Manga muhteşem ve büyüleyici görselliğiyle, büyükler ve küçükler için çizgi film gibi görünse de, içinde var olan felsefesi ve kafa karıştıran, değişken görüntüleriyle, küçük bir çocuğun beynini geliştirmek için yaratılan eğitimsel çizimler olarak da algılandı.
Tsugumi Ohba ve manga sanatçısı Takeshi Obata’nın 2006’da yarattığı Desu Nōto (Ölüm Notu) bu çizimlerden biriydi. Başkarakter Light Yagami, ölüm tanrısı Ryuk tarafından gönderilen doğaüstü bir defter keşfeden genç bir lise öğrencisiydi ve dünyanın kötülükleriyle savaşıyordu. İsmini bu defter ve içindeki nottan alan bu ünlü manga serisi, ölüm, kötülük ve yaşamı irdeleyen konusuyla uzun soluklu bir manga dizisi olmayı başardı.
Desu Noto’da, genç ve tecrübesiz lise öğrencisinin etrafında gelişen olaylar onu olgunlaştırdı ve onu yaşama tek başına tutunabilen bir birey haline getirdi. Güçlenen Light Yagami dünyayı kötülüklerden ve şeytani güçlerden korumaya çalışıyordu. Fakat bu o kadar da kolay değildi çünkü ölüm kitapçığının içine yazılan her isim o kişinin ölümüne yol açmaktaydı.
Tüm diğer popüler Manga serilerinde olduğu gibi, Desu Nōto da filme çekildi ve bilgisayar oyunu olarak piyasaya sürüldü. Bu seride Manganın vazgeçilmez bir özelliği de ortaya çıktı. Serilerde vahşet ve şiddet sürekli tekrar eden bir motifti. Böylece, herkes manganın masumane bir çocuk oyuncağı olmadığını fark etti. Manga’nın özünde yer alan şiddet, tam tersine işleyebilecekken akımın popülaritesini daha da artırdı. Desu Nōto başta ABD’de olmak üzere tüm dünyada ünlü bir çizgi dizi haline geldi. Hatta Türkiye’de bile özel defterleri ve kırtasiye gereçleri piyasaya sürüldü. Lise çocukları için farklı ve hayali bir dünya sunarken, içindeki şiddet öğeleri de herkesin dikkatini ve ilgisini çekiyordu.
Bleach, Tite Kubo’nun 2001 yılında yarattığı ve 2010’da yenilenen, Desu Nōto gibi tüm dünyaya adını duyurmayı başaran bir diğer Manga serisiydi. Büyülü dünya bir kez daha Bleach’le canlanıyor ve uzun bacaklı savaşçı karakterler Desu Nōto’da da olduğu gibi iki dünya arasında sıkışıp kalıyorlardı. Bleach serisi, bir ölüm makinesi olan Soul Reaper’ın güçlerini elde eden Ichigo Kurosaki’nin heyecanlı maceralarını konu alıyordu.
Tıpkı Desu Nōto’daki karakter Light gibi, o da güçlerinin farkına vardıktan sonra insanlığı kötü güçlere karşı savunmaya başlıyor ve bu uğurda hatırı sayılır bir savaş veriyordu. Bleach de üne kavuştuktan sonra, animasyon filmlerine uyarlandı. Hatta bir rock müzikali haline geldi ve adına bir sürü video oyunu geliştirildi.
Bleach karakterleri etkileyici ve güçlülerdi. 2006 yılında Japonya’nın en popüler anime serisi seçildi ve Amerika’da ise 2006 ve 2008 yılları arasında en popüler on anime çizgi dizisi dalında dördüncülüğü yakaladı.
Manga tarihi bu popüler diziler sayesinde 2000’li yıllarda hiç görmediği kadar itibar gördü ve gelişti. Artık Manga ustaları da birer sanatçı olarak kabul ediliyor ve onların yarattığı dünyaya ait olduklarını iddia eden müritleri türüyordu.
Sanal dünya Manga akımı sayesinde gerçek dünyayı ele geçirmeye başladı ve yeni doğan bir pazar olduğu için, Manga ustaları da her geçen gün daha da ünlendi. Pek çok ülkede özel manga kursları açıldı; karakterlerin nasıl olması gerektiğinden, kullanılan renklere ve çizim tarzlarına kadar birçok öğreti ortaya çıktı. Manga, artık kuralları ve bazı sınırları olan bir sanat haline gelmiş olsa da hikayelerin içeriği hala özgürdü. Her şey mümkündü bu hikayelerde.
Manga çizgi dizileri de tıpkı Hollywood dizileri gibi son anda en heyecanlı yerinde bitiyordu ve insanı kendine bağlıyordu. Hala devam eden Naruto bu heyecanlı Manga dizileri arasında yaratıcısı Masashi Kishimoto sayesinde hak ettiği popülerliğe kavuşmuş bir diziydi. Dizi, bir Ninja lideri olmak isteyen genç ninja Naruto Uzumaki’nin heyecanlı anılarını ele alıyordu.
İlk 1999 tarihinde yayınlanan Naruto’nun daha sonra 51 yeni bölümü yapıldı ve hala devam etmekte. Naruto Japonya’nın en çok satan Manga dizisi oldu ve 100 milyondan fazla sattı. İngilizce adaptasyonu USA Today kitap listesinde birkaç kere yer aldı. Tüm bu başarılara rağmen Manga dizileri hala birçok eleştiriyle karşılaşıyordu. Naruto komedi ve savaş sahneleriyle övgü toplarken, Manga sanatının standart elementlerinden uzaklaştığı için de birçok olumsuz eleştiriye maruz kaldı.
Dünyadaki popülerliği arttıkça, manga karakterleri de çeşitlenmeye başladı. Pokemon ya da diğer adıyla Pocket Monsters (Cebimizdeki Canavarlar) dünya Manga tarihinde büyük devir başlattı. Pocket Monsters çocukları öylesine çok etkiledi ki Manga’nın popüler kültürdeki yerini biraz daha güçlendirdi.
Deforme manga karakterlerinden yola çıkılarak çizilen bu özel canavarlar ünlü manga ustası, Miyazaki Hayao’nun Totoro’sundaki yaratıklara ya da çocukların hayran olduğu Heidi’ye hiç benzemiyordu. Bunlar, diğer manga karakterleri gibi ağlıyor, utanıyor ve kızarıyor ama toplumu diğerlerinden çok daha fazla etkilemeyi başarıyorlardı.
Pokemon’nun çıkış noktası bir video oyunuydu. 1996 yılında Nintendo firmasında çalışan ödüllü program ve animasyon yapımcısı, Satashi Tajiri ve Tsunekazu İshiara “Pokemon” adlı gameboy oyununu yaratmışlardı. Çok kısa sürede yayılan bu oyun sayesinde dünya çapında ün kazanan Pokemon, Japonya dışına ilk kez 1997 yılında adım attı. İlk önce ABD’de daha sonra da Avrupa’da yaygınlaşan ve oldukça sevilen bu oyunun kısa bir süre sonra çizgi dizisi üretildi. Her ne kadar Türkiye’de Pokemon çılgınlığı anlık bir heves gibi gelip geçmiş olsa da, Pokemon oyunları ve oyuncakları Japonya’da 18 ayda 4 milyar dolarlık satış getirdi. Bugün Japonya’da 7-12 yaş arası çocukların yarısından fazlası hala Pokemon koleksiyonu yapıyor. En önemlisi, Pokemon manga animelerin dünyada yayılmasıyla birlikte, Pokemon’la ilgilenen çocuk profilinin 12 yaşından 4’e kadar düşmesi.
Pokemon çocuklar arasında bir yarış başlattı. En çok Pokemon kartı ya da oyununa sahip olan çocuk, o kadar güçlü demekti. Çünkü her oyuncu ya da koleksiyoner olabildiğince çok Pokemon’a sahip olmaya çalışıyor ve diğerleriyle yarışıyordu. Bu yeni akımı başlatan da çizgi animelerdi. Resmi ligler yapılıyor, bu yarışmalarda başarılı olanların statüleri yükseliyordu. Sanal dünyada gerçekliklerini kanıtlamaya çalışan çocuklar manga karakterler arasında en çok Pokemon’u sevdiler.
Pokemon’la birlikte manga, Japoncadan diğer dünya dillerine doğru hızlı bir atılım yaptı ve her türlü kültüre adapte olarak kendini bir kere daha kanıtladı.
Pokemon’dan daha önemli bir manga serisi olarak kabul edilen Dragon Ball birçok usta için gerçek bir klasikti. Dragon Ball yazarı Akira Toriyamaya büyük bir ün getirmişti ve Japonya’nın önde gelen animelerinden birisi oldu.
Artık, kültür içinde Manga artık farklı bir yerde duruyor ve daha farklı algılanıyor. Eski, geleneksel Mangalar hala var olsa da bu akım büyük bir değişim geçiriyor. Manga ustalarının artık çok ciddi sorumlulukları var. Hem hikayeleri tasarlarken hem de karakterleri yaratırken daha dikkatli olmalılar, çünkü Manga artık herkes tarafından takip edilen bir sanat.
Bazı akımlar, sadece belirli yaştaki insanlara hitap etse de, Manga küçük çocuklardan yaşlılara kadar geniş bir izleyici kitlesini bir araya topluyor. Her izleyici kendi zevkine ya da hayat duruşuna göre kendine özgü bir Manga dizisi bulabiliyor. Akım bu şekilde gelişiyor ve büyüyor. Ve dünya her geçen gün yeni ve yaratıcı Manga ustalarıyla tanışıyor. Bu arada, Manga piyasası da sürekli yenileniyor.
Manga akımı Japon kültürünü geliştirirken diğer kültürlere de bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. Bu doğrultuda bazı Manga dizilerinin sadece İngilizce isimle çıktığını görmek de mümkün. Örneğin, One Piece adlı manga dizisi Kuzey Amerika kökenli Viz Media’nın alıp yayımladığı ve sadece İngilizce ismiyle bilinen bir dizi.
Manga birçok farklı kültürle karşılaşsa da Japonlar bu karmaşa içinde saf kalabilmeyi başarıyor. Esas Manga felsefesini yaratan kültür olarak özünü en iyi onlar tanıyor. Sürekli ölüm ve yaşam arasında gidip gelen karakterler, gerçek ve gerçeküstü dünya arasında olup bitenler, manganın vazgeçilmez konuları arasında ve bu mistik konuları da en iyi Japonlar işleyebiliyor.
Manga kültürü, sıradan konuları kabul etmiyor, sanki Manga karakterlerinin dokunduğu her şey ya da her konu farklı bir boyutta derinlik kazanıyor. Manga’nın 19. yüzyılda keşfedilmesine rağmen bu zamana kadar özünü ve saflığını koruyabilen sayılı akımdan biri olması şaşırtıcı. Bu akım, özünü hiç kimsenin ya da hiçbir kültürün değiştirmesine ve şekillendirmesine izin vermiyor.
Karakterlerin şekilleri temelde birbirlerine benziyor. Her zaman canlı ve parlak saçlar, uzun bacaklar, ince beller, utanınca kızaran yanaklar, fışkıran gözyaşlarıyla, klasik manga karakterleri daima aynı. Manga’nın 19. yüzyıldaki ilk hali nasılsa hala yepyeni duruyor, bozulmamış ve el değmemiş, tekrar tekrar keşfedilmeyi bekliyor. Manga her zaman yeni ama bir o kadar da geleneksel.
Her yerde dikkat çeken, uzun ince yapılı, yuvarlak gözlü, güzel, birbirine benzeyen karakterlerle dolu bu dünya, Türkiye’de Japon Yılı kapsamında Japonya’nın en önemli
yayınevlerinden Shueisha yayınevinin desteğiyle İstanbul Modern’de olacak.
“Manga’yı Keşfet!” adlı sergide 5 – 17 Ekim tarihleri arasında Japon kültürüne ait konular, Japon çizgi romanları ve Manga ile ilgili materyaller sunulacak.
Sergide Manga kitaplarının oluşturulma etapları, oyunlar, teknik gösterimler ve Manga
çizgi filmlerinin gösterimlerine ulaşmak mümkün. Diğer yandan, Manga ustalarıyla yapılacak söyleşiler ve workshoplar gerçekleştirilecek.