Dropping a Han Dynasty Urn, 2016, LEGO bricks, Courtesy of Ai Weiwei Studio & Sakip Sabanci Museum / Ai Weiwei Studio ve Sakıp Sabancı Müzesi izniyle.
Önce onun sosyal medya hesaplarını gördük, özellikle de Instagram hesabını… Sonra selfielerini keşfettik, sonra hükümet otoritelerini, sansürü, medyayı ve politikayı nasıl protesto ettiğine ve bunu yaparken sosyal medyayı bir araç olarak kullandığına tanık olduk.
Bu popülerliğinin sonucu olarak, Türkiye’ye geldiğinde herkes onunla selfie çekilmeye çalıştı, sonra eserleriyle selfie çekildi ve neredeyse her eseri Instagram’landı. Belki de birçok kişi bu sergiyi sistemlerin çöküşü, sansürün artması ya da adaletsizlik gibi temaların yansıması olarak algılamadı. Bu eserlere şüpheli ve kuşku uyandıran eleştirel bir şekilde bakmak yerine, izleyicinin birçok fotoğraf çektiğine şahit olduk. Sonra da Ai Weiwei’ye “Uluslararası Hrant Dink Ödülü” verildi. Böylece, Ai Weiwei’nin cesareti takdir edildi. İstanbul’da bir Ai Weiwei sergisi böyle geçti.
Ai weiwei Çin avangardının Rönesans figürü olarak kabul ediliyor (Contemporary Chinese Artists, Half Life of a Dream, Jeff Kelly) . Günümüzün çağdaş sanat dünyasının en popüler sanatçısı. Eserlerinde sansür, sosyal sorunlar ve acı gibi temaları görmek mümkün. En kolay anlatımıyla, ürettiği sanat eserlerini kullanarak bize dünyada sistemin işlemesiyle ortaya çıkan acıları, sansürü, yobaz sosyal değerleri sorgulamamızı sağlıyor. Ve eğer biz de Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergiye bu temalar üzerinden bakmaya çalışırsak, Türkiye’deki yaşam tarzımızın yansımasını görebiliriz.
Her ne kadar sergiyle ilgili sanatsal yaklaşımlar ve iyi yazılmış makaleler okumuş olsak da, Türkiye’de öne çıkan yegane konular; sergide satır araları barındıran estetik kaygılar ve sanatsal yaklaşım oldu. Ama bir gerçek var ki; eserleri anlamamız için bunlardan hiçbirine ihtiyacımız yok. Çünkü, eserlerin anlamı tam önümüzde duruyor: Her şey, her zaman, açık açık görülecek kadar ortada. Ai’nin en basit şekilde yapmaya çalıştığı şey; sistemle ilgili söylenmeyen gerçekleri ortaya çıkarmak. Bunun için de kimsenin estetik kaygılar içinde satır arası okumak gibi bir yeteneğe ihtiyacı yok. Yapmamız gereken tek şey Ai Weiwei’nin bu eserleri üretirken sistemin yozluğunu göstermek istediğini anlamak ve eserleri de buna göre okumaktı. Aslında, Türk izleyicisinin, bu sergi için, selfie ya da sosyal medya reklamından daha fazla yapabileceği şeyler var. Çünkü, bu eserler bizim Türkiye’de yaşadığımız hayattan da kesitler içeriyor. Aslında, cevap tam önümüzde: Ai’nin eserleri sadece Çin ve Çinli otoriteleri anlatmıyor, politik ve sosyal alanda gücü bir silah olarak kullanan her otoriteyi anlatıyor.
Bicycle Basket with Flowers in Porcelain, 2014, Porcelain, Courtesy of Ai Weiwei Studio & Sakip Sabanci Museum / Ai Weiwei Studio ve Sakıp Sabancı Müzesi izniyle.
Bu nedenle, satır arası anlamlarla vakit kaybetmeye hiç gerek yok, Türk izleyicileri olarak bizler de her gün gücün, sansürün ve sosyal değerlerin alt üst olduğu farklı güç otoriteleriyle savaşıyoruz. Hatta, bu nedenle Ai’nin İstanbul sergisine estetik ve sanatsal değerler yerine, sistemin kölesi olmuş, gücün bir parçası haline gelmiş bireyler olarak bakabiliriz. Bu nedenle, estetik endişeler bir yana, bu sergi bize politika ve gücün dünyevi özelliklerini anlatıyor ve Ai Weiwei bir kere daha bize hatırlatıyor. Gücün varlığının ağırlığından kaçamazsın.
Ancak, izleyici bunu bu şekilde anlamıyor. Tüm suçu Çin’e atıp, sosyal medyada paylaşım yapmak zorundalığımız ve misyonumuz olduğunu sandık. Böylece Ai’nin tüm sergisini her türlü sosyal medya alanına taşıdık, çünkü buna ihtiyacımız vardı. Aslında, sanatçı olarak Ai Weiwei’nin de buna ihtiyacı vardı. Bu nedenle, aslında toplum olarak kendimizi Ai Weiwei’nin ait olduğu toplumdan çok farklı bir yerde görmeye gerek yok. Bu sosyal medya merakının bir nedeni de sürekli maruz kaldığımız sansür olabilir. Tıpkı Ai Weiwei gibi.
Burada belki de Ai Weiwei’nin daha önce “Sansür Üzerine” adlı kaleme aldığı makalesine de gönderme yapmak mümkün. The New York Times’ın Sunday Review ekinde yayınlanan makalesinde sanatçı: “Otoriteler ne zaman bilgi akışını engellese, bunun anlamı gücün ağırlığını hissettirmektir. Ayrıca, bu güç sisteme gönüllü teslim insanlardan ve gücün sahipliğini kabul eden insanlardan ortaya çıkar.”
Ai ayrıca, bu boyun eğmenin sonucunda insanların da birçok şeyden yararlandığını söyler ve şöyle yazar: “Sistem, sıradan insanları işbirlikleri için otomatik olarak ödüllendirir. Hatta, bu kişilerin ödül için çabalamaya ihtiyaçları bile yoktur. Sanatsal ve kültürel projelerin yöneticileri bundan daha fazlasını yapmalıdır. Onlar, tüm sistemden haberdar olduklarını göstermeli ve otorite yanlılarıyla uyum içinde olmak ve yine de halk önünde imajlarını korumalıdır. Eğer yukarı mevkilerde mutsuzluğa neden olan projeye el atarlarsa bunun icabına bakılacağını bilirler.”
İşte İstanbul sergisinde bulunan tüm eserler bu fikrin sonucu. İstanbul sergisi Ai Weiwei’nin porselen işlerini odağına alıyor ve 100’den fazla porselen esere yer veriyor. “Ai Weiwei Porselene Dair” adlı sergide sanatçı, Çin’in geleneksel el işçiliği olan porselen eserler aracılığı ile, geleneksel sanatları hem de batı sanat tarihini eleştiriyor. Ai Weiwei 1970 yılına ait bazı eserleri bu sergi için yeniden üretmiş. Ayrıca, sergi Türkiye’de 2017 yılında gerçekleşen sanat olayları arasında. Sergide, Ai Weiwei’nin eserleri kültürel tarih, sanat tarihi, orjinallik ve değer yargılarının sürekli değişimi gibi temalar üzerinden ilerlerken, diğer yanda ise sanatçı bu temalar aracılığıyla izleyiciyi de gündelik hayat ve sosyal çevreyle ilgili düşünmeye çağırıyor. Türkiye gibi sürekli değişimin içinde olan bir ülke de bu bağlamda eserler üzerinden değer kazanıyor. Yani, eserlerin sadece Çin ya da sanatçının kişisel tarihiyle ilgili olmadığı ortaya çıkıyor.