Kuşkusuz insanoğlunun en çok aradığı kişi aslında kendi ruhu, kendi varlığıdır. Fazlasıyla entelektüel beyinler, bizleri sanki bu dünyaya sadece arayış içinde acı çekmek için gelmiş gibi değerlendirirken, bir de bu acı ve ruhla hiç ilgisi olmayan bir yaşamın içinden çıkıp gelen bir tavır içine girebilen bireyler de vardır. Bu ikisi arasında ise, işte o gerçeklik yatar: Sanat.

Sanat bize her durumda kendimize daha derinden bakmamız gerektiğini hatırlatan az sayıda aktivitelerden birisidir. Bazen daha melankolik olmak için, bazen de depreşen yalnızlıkları daha mutlu kılmak için sanat başvuranlar az mıdır? Birçok sanatçı bize aslında en iyi zamanlarımızın şu an yani yaşadığımız an olduğunu hatırlarmaz mı? Bir sanat eserine bakarken başka her şeyi unutmaz mısınız? Bu eserde kendinize dair bir şey bulabilirseniz gülümsemez misiniz?

Bruce Nauman, şöyle demişti: Ben sanatın ne olması gerektiğini ve sonunda ne ortaya çıkardığıyla ilgileniyorum. Aslında Nauman’ın bu sözlerin onun eserlerinde incelediği birçok şeyi açıklıyordu: Nauman aslında sadece insanlığın durumunu ve insanın sosyal toplumdaki algısıyla ilgileniyordu. Bu ne demektir? İlk anda oldukça karışık gelen bir söylem gibi görünse de Nauman aslında insanın farkındalığından bahsediyor. Onun tüm eserleri sanatı hayatımızın bir parçası yapabilir miyiz? Ya da sanat aslında yaşantımızın bir parçası mıdır? Sanatı yaşantımıza daha çok nasıl dahil ederiz sorusuna cevap arıyor. Çünkü, Nauman’da birçok sanatçı gibi biliyor ve farkında: Sanat insanların farkındalığını artırarak daha iyi bir yaşam yaşabilmeleri için bir kapı sunuyor. Her eserde biraz daha kendimizi buluyoruz. Her eserde biraz daha kendi potansiyelimizi ifade edebilmenin yoluna giriyoruz. Sonunda ise bize sunulan şey aslında hayatımız boyunca gelmek istediğimiz nokta oluyor: anın tadını çıkartabilen farkındalığı yüksek birey. New York’ta Museum of Modern Art (MoMA) 22 Ekim’de açılan Disappearing Acts adlı Bruce Nauman retrospectifi de tüm bu eğilimleri kanıtlayan bir sergi.

Nauman’ın eserlerinde kelimeler, Make Me Think me (1994), Live and Die (1984), iç dünyamızda bir alan açıyor. Her kelime biraz daha derinleşen bir oyun gibi. Kullandığımız dili bile insanın bireysel varoluşundaki farkındalık alanına bağlıyor.
Kısacası, sanatçı bize sanatın daha özgürce kendini kabullenebilen bireyler yaratabileceğini söylüyor. Böylece, kendi potansiyelimizi artırarak kelimelerle oynayarak yeni bir alana girdiğimizi söylüyor. Nauman’ın videoları ve heykelleri ise günlük yaşantımızın bir parçası olan nesneler. Belki de burada da sanatçı, kişilerin ne kadar yaratıcı olursa, o kadar kolay ifade alanları yaratacaklarını anlatıyor olabilir mi?
Bizler yaşantımıza daha çok çağdaş sanatı dahil ettikçe gizli kalmış potansiyelimize ulaşmamız mümkün mü?
 

make me think me- 1994-MoMA retrospective 

Live and Die- 1984- MoMA retrospective 

Leave a comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *